28 Şub 2011

Hazni 9 yaşında gördüğü işkenceyi anlattı


Seyhan Doğan, 29 Ekim 1995’te gözaltına alınıp kaybedildiğinde 13 yaşındaydı. Abisi Seyhan’a yapılan işkenceye tanık olan Hazni Doğan o zaman 9 yaşındaydı.

Mardin Dargeçit taburuna bağlı asklerlerce gece yarısı saat 03:00’te evleri basıldı. 13 yaşındaki Seyhan gözaltına alındı. 9 yaşındaki kardeşi Hazni gözaltı sürecinde abisine yapılanları gördü. Kendisi de ağır işkenceden geçmişti…

Mardin Dargeçit Ulaş köyünde yaşayan Doğan ailesinin önce evleri yakıldı. Sonra taşındıkları Dargeçit merkezde de evleri bir gece korucular ve özel harekatçılar tarafından basıldı. Çobanlık yaparak ailenin geçimine yardım eden abisi Seyhan Doğan o gece alınıp götürülmüştü.

Annesinin ve ablasının o gece attıkları çığlıkları hala Hazni’nin kulaklarında... Ertesi gün ise sıra ona gelmişti. Bindirildiği panzerde sopalarla dövülürken, aynı panzerin içindeki kendisinden 1,5 yaş büyük abisi bedenine siper olmak istemiş, “Vurmayın, o daha küçük” demişti.

Abisi Seyhan’ın kaybolmadan önce son gören kişi olan Hazni, 16 yıl sonra açılacak davanın tanığı. Anne Asiye, baba Ramazan’ın hayatları oğullarını aramakla geçti… Gözaltına alındılar, tehdit edildiler, işkence gördüler. Ve sonunda oğullarının cenazesine ulaşmadan hayatlarını kaybettiler. 1,5 ay önce cezaevinden çıkan Hazni Doğan’ın devletin bir ailenin başına neler getirdiğini ANF’ye anlattı. İşte Hazni’nin söyledikleri…

SABAHA KARŞI SAAT 03:00

1995 yılı 29 Ekim günüydü... Ben ve Seyhan evin üst katında kalıyorduk, yataklarımız yan yanaydı. Sabaha karşı saat 03:00 sıralarında özel timler, sakallı adamlar evimize baskın yaptı. Panzerin üstündeki projektörü açmışlardı. Göz gözü görmüyordu. Kimsenin kimliğine bakmadan abimi üzerindeki atlet ile yataktan kaldırıp aldılar.

Annem Seyhan’a giyinsin diye zar zor bir gömlek getirirken rahatsız olan ablam Seyhan’ın bacağına yapışıp polislere Kürtçe ‘Götürmeyin’ diye bağırıyordu. Özel timlerden biri silahın dipçiğiyle ablamın kafasına vurdu.Babam bahçedeki ışığı yakmak istediğinde de izin vermediler. O gece o şekilde tabura götürdüler.

DÖVE DÖVE PANZERE BİNDİRDİLER
Beni ertesi sabah aldılar. ben okula gidiyordum, Seyhan ise çobanlığa. Ama gece onu alıp götürdükleri için o sabah hayvanları ben çıkartım. İlçenin çıkışında özel harekatçılar çobanları toplamışlardı ve onlara bir şeyler soruyorlardı. Ancak çobanlar beni işaret edince beni yaş sopayla dövmeye başladılar ve o zaman beni aradıklarını anladım. Döve döve panzere bindirdiler ve abim Seyhan da panzerin içindeydi.

Ağladığımı gören abim ‘niye dövüyorsun ufaktır’ diyerek tepki gösterdiğinde bu sefer onu tokatlamaya başladılar. Seyhan’ın hareketsiz kaldığını görünce bu sefer yüzüne postallarıyla vurmaya başladılar. Postal izlerinden abimin yüzü su toplamış gibiydi, ancak bu darbelere rağmen hiç bağırmadı, ağlamadı, sadece gözlerinden bir iki damla gözyaşı süzüldü.

Bizi Dargeçit taburuna getirdiler, gözlerimizi bağlayarak içeriye soktular. İçerde inleyen insanların sesi geliyordu. Bizi bir tahtanın üzerine oturttular ve sopalarla alnımıza vurmaya başladılar. Yediğim her sopa darbesinde kafam duvara çarpıyordu. Artık ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum. Tuvalete gitmek istediğimizde bizi çırılçıplak soyarak yaklaşık bir gün tuvaletin önünde beklettiler.

SEYHAN GÖZLERİ BAĞLI FİLİSTİN ASKISINDAYDI

Çırılçıplak tuvaletin köşesinde oturtmuşlardı ve gelen giden hem sözlü hem de elle taciz ediyordu. Üzerimize bile işedi. Biz tuvaletteyken, sonradan cesedi yakılmış halde bulunan Seyhan’a, bıyıkları uzun olduğu için ‘Sen Apocu bıyığı mı bıraktın’ diye işkence yapıyorlardı. Daha sonra benim üzerimi giydirdiler nezarethaneye attılar. Orda bir süre beklettikten sonra bir odaya götürerek gözlerimi açtıklarında abim Seyhan’ın gözleri bağlı çırılçıplak Filistin askısında asılı olduğunu gördüm. Bana abimi göstererek ‘Eğer konuşmazsan sana da aynı şeyi yapacağız’ dediler.

BİR TABUTUN İÇİNDE GÖZLERİMİ AÇTIM

Davut Akyol’un nerede oturduğu, köyde silahların nerede olduğu, gerillaların nereye saklandığı, onlara kimin yardım ettiği gibi soruları cevaplamamızı istiyorlardı. Daha sonra Seyhan’ı Filistin askısından indirdiler, koltuk altları yırtılmış gibiydi. Orada abimle beraber evinden alınan eniştem Abdurrahman Olcay’ı da gördüm.

Ben bayılmışım. Uyandığım zaman bir tabutun içinde gözlerimi açtım. Karanlıktı, bağırıyordum, ancak tabutun kapağını kapattıkları için açamıyordum. Daha sonra tabutu bir açtılar ki bir oda dolu tabutla karşılaştım. Şaşırdım... Sonra tekrar gözlerimi bağladılar.

Abimi en son Filistin askısından hemen indirildikten sonra koridorda elbiselerini giyerken gördüm. Aramızda askerler olduğu için konuşamadık, sadece birbirimize baktık. En son bizi dışarıya çıkartmışlardı, mermiyi namluya sürüp, ateş edip ‘ya konuşacaksınız ya sizi öldüreceğiz’ diyorlardı.

Daha sonra gözlerimi açarak beni öylece taburun kapısına bıraktılar. Evi nasıl buldum bilmiyorum, saatlerce yürüyüp geldiğimde vakit sabaha karşıydı ve evin kapısı sanki her an geri dönmemizi bekliyorlarmış gibi açıktı. Annem beni görür görmez kucakladı. Yüzüm gözüm mosmor, şişti, kulaklarımı o kadar çekmişler ve vurmuşlardı ki patlamışlardı, tanımayacak haldeydim. Yaş sopalarla dövdükleri için vücudumun her tarafı mosmordu.

ANEM SEYHAN’I SORDU

Annem ağlıyordu, Seyhan’ı sordu. Bilmediğimi söyleyince ağıtlar başladı. O geceden itibaren annemin gözüne hiç uyku girmedi. Olanları anneme anlatım. Ertesi günü hemen abimi sormak üzere tabura gitti. Daha sonra savcılığa gitti. Cumhuriyet savcısı ‘Tabur bana bu konuda cevap vermiyor’ deyip annemi geri yolluyordu. Çalmadık kapı bırakmadı ancak her defasında ‘oğlunun peşini bırak, dağa çıktı’ diyerek annemi kovuyorlardı. Ömrünü abimi aramakla geçirdi.

İŞKENCEYAPAN ERSÖZ OLABİLİR

Bana işkence yapanlar gözlerimdeki bağı çıkarttıkları zaman karşımda bir uzun boylu ve sakallı, bir de orta boylu, renkli gözlü, iki adam vardı. O renkli gözlü, orta boylu olan bana hep Levent Ersöz gibi geldi. Ne zaman Ersöz’ün televizyonda ya da basında fotoğrafıyla karşılaşsam o gün bize işkence eden adamlardan birisi olduğuna emin olacak derecede hatırlıyorum.

ANEM DİLEKÇE VERDİĞİ İÇİN GÖZALTINA ALDILAR
Bu olay sonrası bir daha alınabileceğim korkusuyla beni hemen İstanbul’a götürdüler. Ancak annem abimi aramak üzere orada kaldı. Cumhuriyet savcılığına dilekçe verdiği için annemi taburda gözaltına aldılar, ‘oğlunun peşini bırak’ diye tehdit ettiler. Bırakılır bırakılmaz annem bu defa Midyat Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Yine gözaltına alındı, ardından Mardin Savcılığına ve son olarak da Ankara’ya giderek dilekçe verdiği için, bizi alan taburda tekrar gözaltına alarak, 11 gün tutuldu.

O kadar çok işkenceden geçirilmişti ki yanımıza İstanbul’a geldiğinde artık ciğeri kalmamıştı. Hastalanmıştı. 2000 yılında Çapa hastanesinin bir odasında abimin kemiklerini bulamadan öldü.

SERBEST KALDIK AMA MAHKEME 8 SENE SÜRDÜ

Annem öldükten sonra İstanbul’da da peşimi bırakmadılar. 2000 yılında gözaltına alındım ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürüldüm. Orada yine benzer baskılara maruz kaldım. Bizi savcılığa çıkarttılar, serbest kaldık, ancak mahkeme 8 sene sürdü ve bu müddet zarfında polisler beni ne zaman GBT’ye soksalar hep aynı muameleyle karşı karşıya kaldım.

Sonunda ortada hiçbir somut delil yokken aynen bugünkü KCK iddianamelerine benzer saçma sapan bir iddianameyle PKK üyesi olmak ve örgüt propagandası yapmaktan Tekirdağ 1 nolu F tipi cezaevine hapsedildim. Cezaevindeki o dayanılmaz koşullarda 2.5 sene boyunca canlı canlı gömüldüm diyebilirim. Çıkalı 1.5 ay olmasına rağmen orada maruz bırakıldığım tecrit ve insanlık dışı koşullar psikolojimi bozdu

SEYHAN HAYVANLARLA BİRLİKTE Mİ GÖMÜLDÜ?

Seyhan’ın cenazesinin nerede olabileceği konusunda hep söylentiler oldu. Hatta ben cezaevindeyken kaybolan Nedim Akyol’un abisi bizim Dargeçit’te bir köyde hayvanlarla beraber gömüldüklerinin görüldüğünü aileme iletti. Ondan önce de Botaş kuyularına atılmış olabileceğine dair bir söylenti çıkmıştı. Babam da Seyhan’ın izini bulabilme umuduyla bazı kuyuları gezmişti. Avukatımız Eren Keskin ile tek tanık olarak Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığına tekrar başvuracağız. Oradan çıkacak sonuca bağlı olarak bir şeylerin gelişmesini bekleyeceğim.

TÜM DUYGULARIMIZI ALDILAR

Hala geceleri sıçrayarak uyanıyorum, uyuyamıyorum. Ama ağlayamıyorum. Normalde bir insanın bunları anlatırken bile hüngür hüngür ağlaması gerekir, ama ben ağlayamıyorum. Cumartesi annelerinde adalet nöbetini annemden devralan babam bu yaz öldü. Ben acı haberi cezaevinde aldığımda da ağlayamadım. Bizden tüm duygularımızı aldılar.

Şimdi bugün herkes demokrasiden, hak ve özgürlüklerden söz ediyor ancak toprağın altından yüzlerce insan kemiği çıkıyor ama kimsenin sesi yükselmiyor. Annelerin en basitinden söylediği tek şey ‘en azından bir mezarımız olsun’ lafına bile tahammül yok. Ancak gözaltında kaybedilenlerin akıbeti öğrenilmedikçe, onların mezarları olmadıkça bu adalet nöbeti devam edecek.

Belki bugün olduğu gibi benim yerimi ya da babamın yerini yeğenlerim alacak ama akıbetleri öğrenilene ve hak ettikleri mezara kavuşana kadar bu adalet çığlığı bitmeyecek.

Benim annem öldü, babam öldü, ancak Seyhan ile birlikte kaybedilen Abdurrahman Coşkun’un annesi 70 yaşındaki Hediye Ana hala adalet nöbetini tutuyor. Ömrünü oğlunu aramakla geçirdi.

YA KÜRTLERİN H ASSASİYETLERİ?

Her zaman medyada, kamuoyunda Türklerin hassasiyetini anlamak gerekir diye konuşuluyor. Peki bunca acıya maruz kalmış olan Kürt halkının hassasiyeti ne olacak? Ne mezarlarımız belli, ne doğduğumuz topraklarda rahatça yaşayabiliyoruz, ne kendi dilimizle konuşabiliyoruz…

Benim annem 2000 yılında 90 gün hastanede kaldı. Tek bir kelime derdini doktora anlatamadı. Hastalığımızı bile kendi dilimizle doktorlara anlatamıyoruz. Önümüze hep bir başkası olma şartı getirilmiş. Hangi Kürdün evine gitsen ya yakını cezaevindedir, ya katledilmiştir yada kayıptır.

ADALET ÖZÜR DİLEMEKLE SAĞLANMAZ

Bugün mutlaka hakikatler komisyonu kurulması lazım ki, kim ne yapmışsa ortaya çıksın. Madem ki devlet kendinden bu kadar emin o zaman hakikatler komisyonunu kursunlar. Benim abim yada faili meçhul cinayete kurban gitmiş binlerce insan için adalet, öyle özür dilemekle sağlanamaz.

Madem ki Başbakan her fırsata demokrasiden, hukuktan söz ediyor, o zaman gerçek terörist kim, kim nasıl terör estirmiş onu ortaya koysunlar. Bu talebe bile cevap vermeyenler nasıl demokrasiden söz edebilirler?

Dün bizi öldürüp çukura atıyorlardı, Erdoğan ise bugün bizi F tipine atıyor. Değişen bir şey yok. Madem ki ondan önceki dönemde özellikle Tansu Çiller döneminde bu vahşet yapılmış, o zaman git hesap sor. Bir görelim samimiyetini. Ama bu iktidar ve bu medya ile olmaz.

ANF NEWS AGENCY

0 yorum:

Yorum Gönder

Hakaret küfür vb yorumlarınız olursa savcılığa başvurulucaktır